ADINA DİZİ DİYORUZ, HEPİMİZ İZLİYORUZ!
Vahdet Nafiz Aksu
Geçenlerde çok değerli bir akademisyen dostumdan uzunca bir mektup aldım. Son iki üç yılda ulusal kanallarda yayınlanan dizileri mercek altına almış. Hiç üşenmeden, her biri bir ahlak tahrip bombası hükmündeki diyalogları not etmiş, ensest kepazelikleri göz önüne sermiş.
Sonra da 'lütfen bu konuyu kaleme al' diye ricada bulunmuş. Dostumun ricasını yerine getiriyorum bu hafta:
*
Dizi dizi tiksindirici rezillikler… Adına dizi diyoruz.
Akşam sabah ekranın önüne diziliyoruz, milletçe izliyoruz.
Rol gereği ölen olsa, ailemizden biri ölmüş gibi üzülüyoruz.
İşittim, bazı imanı bütün seyirciler, rol icabı mevta olanların ardından mevlid okutmuşlar, helva bile dağıtmışlar!
Oyuncuların adları ezberimizde, yüzleri zihnimizin en mutena bölümüne kayıtlı… Sadece kendilerininki mi… Âşıkları kim, oynaşları kim, kimden bebek peyda etmişler, kiminle çıkmışlar, ufukta kiminle düzeyli birliktelik gözüküyor… Beynimizin hard diski bu derin bilgilerle bezenmiş.
Çocuklarımıza tarihten sorun, felsefeden sorun; atalardan, kahramanlardan sorun, dut yemiş bülbül kesilirler.
Bir de futboldan, diziden sual edin hepsi bülbül, hepsi allame.
*
Bunların sağlam senaryoları olsa…
Edebi metinlerden uyarlanmış eserlerden çekimler yapılsa.
Milletin zengin tarihinden, engin kültüründen malzemeler devşirilse, bal arısı titizliği ile… Ortaya sanat değeri yüksek ‘bal’ tadında sağlam eserler çıksa.
Aşk’lar aşka benzese. Sevdalar derin, insanî, ulvi olsa.
Ruh olsa her bölümde, duygu olsa, aşk olsa, aşk gibi aşk ama maddi ya da manevi…
Kendimizi bulsak ekranda… Bu toprağın özelliklerini, tertemiz aile yapısını, çifte su verilmiş çelik gibi sağlam toplum dokusunu…
Seferden dönecek kocasının yolunu yedi sene bekleyen gelini görsek… Komşusunun ırzını ırz, namusunu namus belleyen komşuyu görsek… Sevgilisine yar gibi, gayrisine kardeş gözüyle bakan yiğit oğlu yiğitleri görsek.
Ama asla eşini, yavuklusunu, sevgilisini ‘geyik boynuzlarıyla’ donatan beşinci sınıf fahişe müsveddelerini değil…
Oğlu yaşındaki gençlerle eşlerini aldatanları… Amca çocuklarının eşlerini dalavere ile hamile bırakanları değil…
Bunlar toplumda yok mu? Diyeceksiniz… Olmaz olur mu hiç… Ama istisna bunlar, azınlık bunlar, az bunlar.
Azı çoğa galip kılmak… İstisnayı genele yaymak… Çürük dokuyu pazara çıkarmak, arızalı malı vitrine koymak neyin nesi efendim?
Hep batılı tasvir midir sizin sanat dediğiniz şey?
İffetsizliği allayıp pullamak mıdır?
Genç beyinleri iğfal çabası mıdır?
*
Dikkat ettiniz mi? Dizi dizi ekranın önünde kümelendiğimiz… Milletçe sülale boyu dizildiğimiz dizilerin… Öyküsü, senaryosu, konusu, tipleri, olayları, hatta bire bir sözleri, nasıl da benziyor birbirine.
Hemen hepsinde insanlık değerlerimizi torpilleyen, yerle bir eden unsurlar var. Özellikle de planlı bir ensestizm pompalanıyor, pazarlanıyor.
Milleti ağzı açık ayran delisine çevirmişler ya hep aynı konuları çevirip duruyorlar.
Sanki aynı merkezden planlanan, pompalanan belli konular. Eviriliyor, çevriliyor…
Bir gizli el ailemize el atmış gibi. İnanın etnik terörden daha tehlikeli bir yıkım atağıyla karşı karşıya toplum.
Bu tam anlamıyla hoyrat bir medya şiddeti, terörü…
Silahlar çok ve güçlü. Mermiler ekranlardan atılıyor. Sığınak yok üstelik hedef toplu ve açık… Cephane içerikten oluşuyor, napalmdan etkili, atom bombasından şiddetli. Kalem ve klavye imanını gevretiyor milletin.
Milletin derin hafızasına nokta atışlar yapıyor, altın vuruşlar perkitiyor.
Sosyal genetiğini bozuyor, ahlaki kodlarını mutasyona uğratıyor; çözüyor, gevşetiyor, gdo'lu hale getiriyor.
Daha dün işittiğimizde bizi kulaklarımıza kadar kızartan edepsizliklere şimdi gülüp geçiyor muyuz, geçmiyor muyuz; ' olur yav böyle şeyler' diyor muyuz, demiyor muyuz?
Bakın işte medyatik ahlaksızlık, edepsizlik, hayasızlık virüsü sütümüzü çürütmüş, kanıksamışız bazı şeyleri... Giderek milli vicdan daha da genişliyor, milli alnımızda kaşıntı emareleri peyda oluyor!
*
Bu ne feryat figan diye çok görmeyin. İfade özgürlüğünü karşı, sanata düşman biri bellemeyin beni.
Ekranın, internetin gücünü bilen biriyim. Sanatın bu sihirli ağlarla kitlelere ulaştırılmasında sayısız yararlar görüyorum.
Her sınıftan bir aktör, her okuldan bir şair, her amfiden bir edebiyatçı, düşünür çıksın diye hayaller kuruyorum.
Demem o ki, git gide yoğunlaşan ‘ekran terörü, ağ şiddeti, medya ve sosyal medya hayasızlık cinnet hali’ ekranların bunalttığı zihnimden zuhur eden bir paranoya değil. Halkın önemli bir kesiminde büyük rahatsızlık var.
Hatta diğer ülkelerde ‘medyanın kültür dokusunu tahribine yönelik’ bilinçli tepkiler var. Entelektüel ve politik düzeyde itirazlar var.
Üstelik onlardaki içerik bizimkine göre daha masum ve temiz olduğu halde.
Beş on sene önce yayımlanan bir kitaptan not etmiştim. Ünlü bir ABD’li senatör şöyle demişti, bir konuşmasında:
“Ebeveynler, din ve eğitim gibi, toplumumuzda geleneksel olarak değerlerin aktarılmasından sorumlu olanların güçsüzleştiği görülen bir zamanda, eğlence kültürü bir boşluk doldurmuştur. Şimdi televizyon, müzik ve video oyunları değerleri aktarıyorlar ve ben onların ülkeyi aşağı çektiğine kaniyim.”
Bizi, ekran önünde kilitleyen dizilere bakıyorum da senatöre hak veriyorum ve şöyle diyorum:
“Siz şanslısınız yine de sayın senatör, ben bizim yıkım merkezlerinde fotokopi halinde hazırlanan çürük içerikli dizilerin ülkeyi bırakın aşağı çekmeyi bir ahlaksızlık ve iffetsizlik çukuruna çektiğine, hatta yıkıma götürdüğüne kaniyim.”
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Erzurum Olay
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.