23 Kasım 2024
  • Erzurum1°C
  • İstanbul17°C
  • Ankara13°C

BAKMA ORUÇ YEDİĞİME BENİM KALBİM TEMİZ ..

Selman Soğukpınar

12 Haziran 2016 Pazar 11:20

Oruç yediğime bakma benim kalbim temiz.

Namaz kılmıyorum ama benim kalbim temiz.

Zekât vermiyorum ama benim kalbim temiz.

Zina yapıyorum ama benim kalbim temiz.

Faiz yiyorum ama benim kalbim temiz.

Yahu batsın senin kalbinin temizliği.

Yok, böyle bir kalp temizliği.

Böyle bir İslam dini yok.

Böyle bir Müslümanlık yok..

Siz bütün günahlarınıza kılıf uydurmuşsunuz.

Kendinizi ve çevrenizde ki saf Müslümanları kandırdığınız yetmiyor.

Haşa birde Allah’ı kandırmaya çalışıyorsunuz.

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v)in bir hadisi şerifinde buyurdu ki; ‘’İçinizde ki beli bükülmüş yaşlılar ve süt emen bebeler olmasa bela ve musibetler başınızdan aşağı yağardı’’

Açık ve net yazıyorum.

Bugün yaşadığım Antalya’da vallahi bundandır ki başımızdan aşağı taş yağmıyor.

Adama soruyorsun.

Neden orucunu yiyorsun kardeşim?

Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz adam. yağmur

“ORUÇ TUTMUYORUM AMA BENİM KALBİM TEMİZ”

“Sen benim kalbime bak” diyor.

Böyle bir düzenbazlık olur mu?

Büyüklerimizden bize nakledildi ..

Osmanlı zamanında Yahudiler ve Hristiyanlar Ramazan ayında Müslüman olan komşusu incinmesin diye açık ve aleni bir şekilde yemez içmezlermiş.

Yahu Allah aşkına edep yahu edep.

Bu nasıl Müslümanlık bu nasıl kalp temizliği.

Yahu kalbin sahibi Allah’tır.

Kalbi kim yaratmışsa, onun temizlik hükmünü de ancak o verir.

Bunun için bir insanın kendini “temize çıkarması” yetmez.

Üstelik temize çıkarmakla da temize çıkmış olmaz; gerçekte temiz olmalı.

Allah Kuranı Kerimin Nisa Suresinde ne buyuruyor;’’ Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zarar vermez.’’

Mütevazı olan kimse “Ben mütevazı bir kişiyim” diyemez, ihlaslı olan kişi de “Ben ihlaslı bir insanım” diyemeyeceği gibi…

Bu açıdan “Ben her haltı yerim ama temiz kalpli bir kişiyim, benim kimseye bir kötülüğüm yok” gibi sözlerle bir insan kendini anlatamaz.

Çünkü kim bu faziletleri sahiplenerek dile getirirse, o faziletlerden yoksun olduğu ortaya çıkar.

Yine Allah Necm Suresinde Mealen “Siz kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takva sahibi olduğunu en iyi o bilir.” Buyuruyor.

“Temize çıkmak” Allah katında hâlis ve takva sahibi bir kul olmak anlamına geliyor.

Bir insan takva sahibi olmaya çalışır, takva üzere bir hayat yaşar, ama kimin gerçek anlamda muttaki olduğunu ancak Allah bilir.

Bu da ancak Allah’ın lütfu ve rahmeti sayesinde olur.

Nur Suresinde Rabbimiz buyuruyor ki; “Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, ebediyen hiçbiriniz temize çıkamazdınız. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır” (Nur, 21)

Allah burada, insanın sahip olduğu bütün nimetlerin, manevî hallerin, ahlaki üstünlüklerin bütünüyle Allah’ın bir ikramı ve ihsanı olduğunu anlatıyor.

Âlâ Suresi’nde ise, “Temize çıkan kurtuluşa erdi” ayetinin devamında, “Rabbinin adının anıp namaz kılan” ayeti gelir ki, gerçek anlamda temizliğin iman ve namazdan geçtiği bildirilir.

Yüce Kitabımız Kur’an’da imanla birlikte namazın geçtiği, imanla namazın peş peşe, yan yana bulunduğu birçok ayet vardır.

Tabi senin namazda gözün yok ki ezanda kulağın olsun.

Beynamaz adam sen bu Allah’ın ayetlerini nasıl inkâr edersin.

Namaz yok, Oruç yok, küfür çok.

Eeee ….

Benim kalbim temiz.

Olduysa Mübarek olsun.

Ahmak adam.

Kalbin temizlenmesi, ruhun arınması, nefsin ıslahı ve insanın terakki etmesi/yücelmesi imanla ve ibadetle mümkün olur.

Senin bundan da haberin yok.

İnsanlar hakkında bir kötülük düşünmemek yahut yardımsever olmak, insanlara iyi davranmakla, ibadet sorumluğundan kurtulduğunu mu sanıyorsun.

Bakın kardeşlerim!

Bu düşünce, şeytanın bir oyunu ve tuzağıdır, nefsin de bir aldatmacasıdır.

Bu kişiler, namazında niyazında olan bazı kimselerin, İslam’ın ruhuna aykırı düşen, başkalarına zarar veren davranışlarını tespit ediyorlar.

Bunu bahane ederek, “Bak, bu kişiler namaz kıldıkları halde şu şu hataları da yapıyorlar. Ben böyle bir ikilem içine girmektense, namazı hiç kılmam daha iyi” diyerek kendi namazsızlıklarını bir özür olarak öne sürebiliyorlar.

Bir defa, farzlarda yorum yapmaya hiç gerek yoktur.

Onlarda yanlış yorum yapmaya ve gerçeği saptırmaya da kimsenin hakkı yoktur.

Çünkü ortada yoruma açık bir durum söz konusu değil.

İnanan bir insanın yerine getirmesi gereken en önemli ve en hayatî ibadet namazdır.

Kendi tembelliğini, kendi ihmalini bahane göstererek “kalp temizliğini” öne sürüp namazı gereksiz görmek bir akıl mantık işi değildir.

Karşınızda açlıktan kıvranan bir yoksul duruyor, hemen yanında da para içinde yüzen zengin birisi. “Bu adama niçin yardım etmiyorsun?” diyecek oluyorsunuz. O da “Siz benim yardım etmediğime bakmayın, benim kalbim şefkat dolu, merhamet dolu” diye karşılık veriyor.

Şefkat ve merhamet, kalbe ait birer güzelliktir. Fakat şefkat ve merhamet ancak aç ve fakir insanlara yardım edince kendini gösterir.

İmanın da bu şekilde bir ortaya çıkışı vardır.

Kalbin, Allah’ın emirlerine itaat etmesi bir güzelliktir.

Bu güzelliğin belirtisi ve ispatı ise ibadettir.

Kalplerinin temizliğini iddia ederek ibadetten kaçanların büyük çoğunluğu, nefsine uyarak ruhlarını karartan ve maddeden başka bir şey görmeyen insanlardır.

Bir insan, namaz kıldığı halde nefsini yenememişse, işlerini Rabbinin emirlerine göre düzenleyememişse, bu adam namazın ruhuna erememiş demektir.

Ama o kul, bu hatasını namazı terk ederek tedavi edecek değildir.

Bunun yolu yine namazdan geçer.

Bu adam namazını böylece kılmaya devam etse de, özlenen o kemal noktaya varamadan ölse ne olur?

Mahşerde, o büyük hesap gününde, namazının sevabı da tartılır, işlediği hataların günahı da...

Neticede, günahları galip gelse ve cehenneme gitse de, sonunda yine cennete döner.

Ama elbette oradaki makamı da o noksan namazına uygun olacaktır.

O mizanda, zerre kadar iyilik de kötülük de tartılacaktır.

Biz, “kalbimiz temiz” diyerek nefsimizi başköşeye oturtup başkalarının günahlarına bakacağımıza, kendi noksanlarımızla ilgilensek ve onları tamamlamaya gayret göstersek o gün daha kârlı çıkarız.

Biz o âlemde, başkalarının hatası nispetinde değil, kendi sevabımız miktarınca derece alacağız.

Başkasının noksanlığı bizi yükseltmeyecek.

Geliniz, hayalen mahşere gidelim:

Mearic Suresinde Rabbimiz ne buyuruyor;

Günahkâr bir kimse ister ki o günün azabından (kurtulmak için) oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran sülalesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendisini kurtarsın.

Şimdi bu âyetin sergilediği tabloyu birlikte seyredelim.

En yakınlarımızı bile feda etmemizin para etmeyeceği o meydanda, başkalarının kusurlu oluşunun bize bir fayda sağlamayacağını iyice anlayalım.

Sonra dönelim dünyaya, kendimize gelelim.

Kusurlarımızı görüp, noksanlarımızı bilelim. “Senin kalbin temiz” diyerek bizi oyalamaya çalışan ve ibadetten uzaklaştıran nefsimizi en büyük düşman tanıyalım.

Onunla çarpışalım.

Zaman en büyük sermaye.

Onu başkalarını tenkide değil, kendimizi tekmile sarf edelim.

Bu açıdan namazı ve orucu küçümser bir tavır içinde bulunmak insanı tehlikeye götürür, imanını zedeler, dinî hayatını uçuruma sürükler.

Zaman içinde İslami hassasiyeti de azalarak kendisini bütünüyle şeytana bir oyuncak haline getirir.

Ne olur gelin düştüğünüz bu bataklıktan kurtulun.

Aksi halde Allah’ın gazabı ağırdır.

Bir gün sizin gibiler yüzünden Rabbim bu diyarlara gazap eder.

Çünkü Rabbim Mü’min Suresinde buyuruyor ki; ’İnkâr edenler var ya, muhakkak onlara: “Allah’ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkâr ederdiniz” diye seslenilir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.