24 Kasım 2024
  • Erzurum7°C
  • İstanbul7°C
  • Ankara0°C

GÖKYÜZÜNÜN MELEKLERİYLE BİR UZUN GECE

Vahdet Nafiz Aksu

02 Ocak 2017 Pazartesi 09:59

Uçak yolculuğunun paradoksa benzeyen bir tarafı var. Sür ‘at, hareket fikrini, rahatlık ve zaman kısalığı yolculuğu ortadan kaldırıyor.

***

Toprak altımızdan kaydı. Hepimiz birden Lufthansa'nın karnında.— Tevrat'taki Yunus balığının bir başka çeşidi— boşluğa asıldık.

***

Hangi İstanbullu sisli mevsim sabahlarında veya geceleri yatağında o acı düdük seslerini dinlerken az çok şair değildir?

Fakat altı bin metre yükseklikte sis İstanbul sabahlarının ve gecelerinin sisi olmuyor. Etrafımızda hiçbir şey bulunmadığı için hiçbir şeyi uzaklaştırmıyor, silmiyor, değiştirmiyor. Sadece karanlıktan çok başka şekilde aydınlığın inkârı oluyor.

***
 
Kırk sene evvel biri çıkıp, bu görmüş ve geçirmiş Viyana ovasının, Yeşilköy'ün, Orly ve Corydon'un günde binlerce yolcunun inip kalkacağı, durmadan mendillerin sallanacağı, her türlü dilin ve hasretin konuşacağı hakikî bir liman olacağını söylese idi kim inanırdı?

Fakat bugün bütün dünyada hava limanı diye bir şey var. Hem kendi hususiyetleriyle ve tabir câizse, kendi psikolojisiyle. Bu hususiyetlerin en göze çarpanı, dünyanın her bucağına gidecek yolcuların
aynı saatte hava limanında toplanabilmesidir.

***

Hava limanlarının bir hususiliği de her şeyin çok çabuk olup bitmesine alışmaktan gelen sabırsızlık. Uçak yolculuğunda her şey o kadar çabuk oluyor ve herşey evvelden öyle hazırlanmış ki, eski yolculuklardaki psikolojik zembereklerin işlemesine imkân vermiyor. Belki de işi tam tersine döndürüyor.

«Ah bir kere daha...»nın yerini «aman bir an evvel», alıyor.

***

Asrın başı, şimendifer yolculuklarının, lüks trenlerin, yataklı vagonların birdenbire varılan gürültülü ve aydınlık garlarının, asrın ortası uçağın, onun sessiz geliş ve gidişlerinin hava limanlarının oldu.

Fakat birincisi gibi onun şiiri ve edebiyatı daha yapılmadı. Uçak yolculuğunun ne Valery Larbaud'su, ne de Blaise Cendrars'ı, ne Apollinaire'i ve Paul Morand'ı çıktı. Acaba sür ‘atin
fazlalığı, bahsettiğim yalnızlık ve acele yüzünden insanların azlığı ve muayyen hadlerde kalışı mı buna imkân vermiyor?

***

Hava yolculuğunun kendisine mahsus duyuları ve duyguları ile insanın içine kadar geçen boşluğu, hava limanlarının kendilerine mahsus sıcaklığı ve hüznü, bir tecride çok benzeyen acayip yalnızlığı var.

Boşluğa böyle dalış, bütün alıştığımız şeylerle aramıza giren bu fâsıla bir sar'a gibi vücudumuzu kaplayan bu sarsıntı, onun arasından etrafımıza ve kendimize bakışımız, gece uçuşlarının o değişik manzaraları, Saint Exupery'nin çoban pilotun birinden öbürüne ziyarete gittiği sürülere benzettiği aydınlık şehirler, ay ışığı ve yıldız parıltılarıyla böyle dünyasız karşılaşma elbette geleceğin şairlerine yeni duyguların yolunu açacaktır. (Maalesef açmadı. vna)

***

Elbette bir gün, gece içinde kendi ışıklarıyla başka bir yıldız gibi dolaşmaktaki acayipliği ve harikuladeliği birisi bize anlatacaktır. Çünkü biz sırrı ve şaşırtıcıyı kaybettikçe buluruz ve buldukça kendimizi de buluruz. Şaşırtıcı içimizdedir. Masal, günlük ekmeğimiz olduğu kadar benliğimizin tabiî ifrazıdır.

***

Descartes'in bir uçak yolculuğu yapmış olmasını ne kadar isterdim. «Düşünüyorum, binaenaleyh varım.» sözü bu yolculuğun en iyi tarifi olabilir. Yazık ki insan hayatla ve eşya ile alâkasını kesince düşünce de kendi üstüne çörekleniyor.

***



Sür ‘atimiz yüzünden bitmeyen bir akşamdı bu. Bir aldanma masalına benzeyen şalı, uçağın azgın boğası üstüne atıldıkça derinlere gidiyor, durmadan zemin ve şekil değiştiriyordu. Nihayet aydınlığın çeşmesi kısıldı ve siyah bir bulutun arkasından kanlı bir göz bize uzun uzun baktı. Son bir ürperişle o da kayboldu ve yerinde kırık bir Mozart kemanını andıran o esmer bulut parçası kaldı. Ve biz kendi ışıklarımız, kendi yorgunluğumuz, menzile yaklaştığımız için yavaş yavaş içimizde canlanan kendi meselelerimizle, yumuşak ve yıldızlı orta Avrupa gecesine daldık.

***

Yukarıdaki bölümleri, Rahmetli Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir makalesinden aktarıyorum. Bu haftaki yazımı, Varlık Dergisinin 1 Ocak 1958 tarihli nüshasında yayımlanmış bu nefis seyahat yazısından alıntılarla kaleme almayı planlamıştım. Yazının sonu daha farklı bir analizle bitecekti.

Ancak, ani gelişen bir program ve bilahare İstanbul’daki menfur saldırı nedeni ile yazının sonunu değiştirmem icap etti. Bu dağınıklık ve belki düzensizliği affetmenizi diliyorum.

***

Yılbaşı gecesi Esenboğa Havalimanındaydım. Yolcu olarak değil.  Kıymetli Genel Müdürümüz Funda Ocak Hanımefendi, her zamanki şefkat ve hassasiyetiyle “Vatandaşlarımız rahat ve güvenli yolculuk etsinler diye yüzlerce arkadaşımız havalimanlarımızda 7/24 mesai sarf ediyorlar, gidip onlara moral verelim, hal hatırlarını soralım” dediler, kalkıp gittik. 
*

Saat 22.30 civarı Esenboğa hava trafik kontrol kulesine vardık. Nöbetteki arkadaşlar genel müdürlerini yanlarında görünce gerçekten çok mutlu oldular. Ekmeklerini, aşlarını, çaylarını bizimle bölüştüler.

Oradan Türkiye Hava Trafik Merkezine geçtik. İleri teknoloji ile donatılmış, uzay üssü gibi bir mekân. Onlarca personel. Gökyüzünün dijital otoyollarını kullanan binlerce uçağı kusursuz bir şekilde sevk idare eden arkadaşları hayranlıkla takip ettik.

Onlarla hoşça vakit geçirirken, İstanbul’daki hain saldırının haberini aldık. Neşemiz yasa dönüştü. Sabaha yakın Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan Bey, Esenboğa Havalimanı İtfaiye ve Karla Mücadele Merkezini ziyaret etti.

***

Serhat Karsın bu yiğit evladı hüzünlüydü, ama asla umutsuz ve yılgın değildi. İstanbul'daki menfur olayı yolda öğrenmişti, ilk açıklamasını burada yaptı. Az ama öz konuştu, milletin derin infialine tercüman oldu, Devletin vakur kararlılığını dile getirdi. Dedi ki : "Ne yazık ki gece yarısı İstanbul'daki terör olayı, terörün kirli, kanlı, şerefsiz yüzünü bu akşam bir kez daha gösterdi. 35 cana kastetmek nasıl tarif edilir, nasıl açıklanabilir."

Biz de ülkemizi karıştırmaya yönelik bu feci cinayeti infial ile karşıladık. Cenabıhak, ülkemizi, milletimizi bu gibi musibetlerden muhafaza eylesin. Birlik ve dirliğimizi bozmasın. Devletimize zeval vermesin. "Oğul da neylesin baba ölüp mal kalmasa. Baba malından ne fayda başta devlet olmasa..."
 
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.