HAKAN HADİ KADIOĞLU’NUN KALEMİNDEN: ‘GÖNLÜMÜZDEKİ DİLİMİZ: ERZURUM TÜRKÜLERİNDEKİ TÜRKÇE’
Erzurum’un tanınan simalarından başarılı tıp insanı ve aynı zamanda bir kültür adamı olan Prof. Dr. Hakan Hadi Kadıoğlu’nun kaleme aldığı ‘Gönlümüzdeki Dilimiz, Erzurum Türkülerindeki Türkçe’ yazısı okuyucuların ilgisini çekti.
06 Haziran 2024 Perşembe 22:31
Nice tanınmış şairlerin, kalem erbaplarının Erzurum Türkülerinde ki anlam yüklü ifadeler karşısında hayranlıklarını dile getirdiklerini Prof. Dr. Hakan Kadıoğlu’nun şu ifadelerinden anlamak mümkün.
Prof. Dr. Kadıoğlu: ‘Türkülerimizde kullanılan dil milletimizin duygu ve düşünce dünyasından şekillenen en saf, berrak ve samimi sözlerden örülmüştür’
Prof. Dr. Hakan Hadi Kadıoğlu’nun kaleme aldığı bu güzel ve anlam dolu yazısını okuyucuların istifadesine sunuyoruz.
“…Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım,
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım…
Şairim,
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum,
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim,
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm…
Ah bu türküler, türkülerimiz
Ana sütü gibi candan,
Ana sütü gibi temiz…
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler, köy türküleri;
Dilimizin tuzu biberi,
Memleket ahvalini onlardan sor,
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.
B.R.Eyüboğlu ( Türküler Dolusu)
Dil kişioğlunun zeka ve düşüncesini aynı, zamanda ölçüsünü de gösteren ürünüdür. İçe, kendisine ve dışa, çevresine iyi bakan iki yüzü vardır. Kişinin içinde yaşadığı somut ve soyut ortamdan kendisine doğru olan uyaranların zihin ve dünya yapısında meydana çıkardığı sonuçları ifade edebilmesinin en iyi yansıtma ve aktarma aracı dildir. Dil hem kişisel hem de toplumsal gelişime bağlı olarak zenginleşir, güçlenir. Her kişinin kendisi, ailesi ve toplumu içinde zaman içerisinde durmaksızın ilerleyen dil somut kavramları anlatımından daha çok soyut olanları anlattığı ölçüde zengin kabul edilmektedir. Düşünce ve duygu sisteminin ürünü olan dilin duygu ve düşünce birlikteliği de olmalıdır. Dilin yapısında bu düşünce ve duygu kendisini açık biçimde gösterir.
Kişinin kullandığı söz ve söylem onun düşünce ve duygularının cisimleşmiş şeklidir. Dilin zenginlik, erginlik ve etkililiği oranında kişisel düşünce ve duygu da genişlik ve derinlik kazanır. Kişinin düşünce ve duygularının zengin olması ancak anlatılınca, aktarılınca anlam kazanacağından ve bunun en önemli ve kapsamlı aracıda dil olduğundan bir dilin zenginlik ve mükemmelliğinin dil, duygu ve düşünce yapısıyla önemli derecede bağlantılı olduğu anlaşılır. İki yönlü biçimde şunu söyleyebiliriz. Mükemmel, kapsamlı, doyurucu, düşünce ve duygu dünyasının vücut bulması uzun bir zamanın birikimi sonucunda kazanılır ve ancak kazanılmış böyle bir dil ile derin, engin duygu ve düşünceler ifade edilebilir. Aksi halde kişinin düşündüğü ve duyumsadığı “ birçok hal” kendinde kalır. Ya da doğru düzgün anlatılamaz, uygun ve yeterli biçimde aktarılamaz. Eskilerin “ Üslubu beyan aynıyla insandır” özlü deyişi bu düşünceye boyut kazandırır.
Türkü kelimesinin aslının Türki olduğu ve Türklere özgü anlamına geldiği üzerinde fikir birliği vardır. Türkü, Türk halk Şiirinde kendine özgü bir ezgiyle söylenen, kavuştaklı nazım biçimidir. Diğer milletlerin folklorunda da “ballad, folk song, folksong, vs.” denilen benzer biçimler vardır. Ancak halk şarkılarının millet adıyla ifadesi yalnızca TÜRKÜ’de bulunmaktadır.
Dilde olduğu kadar olmasa da düşünce ile duygu arasında bulunan sıkı bağın yansıma biçimlerinden bir diğeri musikidir. Dil kadar millete sıkı bağı olmadığı düşünülse de musikinin dilden ayrılması mümkün değildir. Musiki kişinin duygularının ve belki düşünce süzgecinden de geçirdiği en küçük ses biriminden eserin bütününe kadar seslerin anlamlı biçimde örülmesi sonucunda ortaya çıkar. Ve belki milletlere özgü kimi çalgı ve ezgilerin olması da bu yüzdendir. Bu düşünceyle türküler, ana kaynağını dilin oluşturduğu toplumsal/ulusal kültür kimliği olarak görülebilir.
Türkülerimizde kullanılan dil milletimizin duygu ve düşünce dünyasından şekillenen en saf, berrak ve samimi sözlerden örülmüştür. Türkülerin dili zamanının her yaş ve kültür katmanında anlaşılabildiği gibi yüzyıllar sonra bile anlaşılırlığını korumuştur. Toplumsal, siyasal gelişmeler ve büyük üzüntü ya da sevince yol açan olguların da takip edilebildiği türkülerimiz bu büyük olayları taze biçimde aktara gelmektedir.
“Mızıka çalındı düğün mü sandın/ Al yeşil bayrağı gelin mi sandın/ Yemene gideni gelir mi sandın
Dön gel ağam dön gel dayanamiram/ Uyku gaflet basmış uyanamiram/ Ağam öldüğüne inanamiram”
“Göç göç oldu göçler yola düzüldü/ Uyku geldi ela gözler süzüldü/ O zamanda elim yardan üzüldü/ Ağam nerden aşar yolu yaylanın/ Doldur doldur nargilemi tezele/Sarardı gül benzim döndü gazele/ Tut kolumdan indir beni mezere/ Ağam nerden aşar yolu yaylanın”
Zaman zaman türkülerimizde yabancı kelimelerin orijinal, şekilleriyle bazen de dile uygun söylenmiş, kimi zaman ise bozuk biçimde yer aldığı görülebiliyor. Erzurum türkülerinden eğitim düzeyi daha yüksek kişilerce yakılanlarda Arapça ve Farsça kökenli kelimelere rastlanılır. Yazı bu amaçla kaleme alınmadığından ayrıntılar irdelenmedi.
“Aman azm-i gülzar ettim aman dil hayali yar ilen/ Yar seyre çıktım kamet-i dildarı geldi hatıra/ Haydi leylim leylim leylim bir danem gel.”
Genel olarak bakıldığında Erzurum Türküleri’nin Fırat gibi arı, duru pınarlardan süzülmüş berrak bir Türkçe söz söylem ve örgüsüne sahip olduğu görülür. Bu dil belki çoğumuzun bugün arzuladığı Türkçedir. Öyle bir Türkçedir ki hem binlerce yıl öncesine bağlar insanı, hem bebesinden dedesine hepsinin gönlüne akar.
Türkülerde kullanılan Türkçenin duruluğu, sağlam örgüsü, Türk Dili ve kültürünün gelecek kuşaklara doğru biçimde aktarılmasını sağlayacak önemli ögelerdendir. Türküler ile Türkçe arasındaki ilişkinin aynı zamanda türkünün “yakıldığı” dönemin toplumsal, tarihsel hatta dinsel yapı ve durum arasında olduğu da görülmektedir. Türküler üzerinde bu pencereden yapılan araştırmalar Türk tarihine de katkı sağlayabilmektedir.
Her dilin kendi imbiğinden geçirilmiş söz dizimi ve ses yapısının doğurduğu doğal, bir anlamda kendisini doğuran musikisi vardır. Dilin kendine özgü yapı ve musikisi atadan oğula geçişlidir. Kişioğlunu besleyen kültürel ana sütüdür. Buna uyulduğu oranda yaygın ve uzun ömürlü bir türkü ortaya çıkar. Türküler sözlü olarak şiir olduğu kadar, sözsüz yalnız melodi olarak dahi şiirseldir. Şiirdeki denemeler bu ulusal gen ile uyuşarak gelişim gösterebilir, ona rağmen yapılanlar “sadece deneme” hatta zorlama olarak kalır.
Türkülerdeki dil örgüsü kelime seçiminde özeni zorunlu olan aynı zamanlı olarak duygu ve düşünce ekseninde gerekli kılar. Böyle bir yapıya sahip olması bünyesindeki kelimelerin yeni duygular ve yapıya sahip olması bünyesindeki kelimelerin yeni duygular ve düşünceleri hem çağrıştırır, hem de uyarır. Bu nedenle türküler dillendirildikçe sadece söyleyenin düşünce ve duygularını aktarmakla kalmaz, söyleyen kadar dinleyeni de söz ve ezgi ile hem o an sarar sarmalar hem yüreğinde bulunanına dokunur.
Türkülerin kültürel kalıtımsal paydaşları arasında her fırsatta doğup büyüyebilme yeteneği, Türkçenin doğal özelliğinden kaynaklanmaktadır. Türkçenin zamanın derinliklerinden, ilk dönemlerinden bu yana süzülerek, işlenerek ve kültürel genlerine kodlanarak gelen yapısal unsurları türkülerdeki katmanlı, genişleyebilen, yeni anlam doğurucu ve uyarıcı niteliğini kazandırır. Türkülerde kullanılan sözcük ve söylemlerin bu nedenle birden fazla yüzü olabilmektedir. Bir sözcük ya da söylemin sözlük anlamının yanında imgesel anlam da taşıyabilmesi düşünsel ve duygusal enginliğini artırmakta ve sonuçta türkülere edebi nitelik kazandırmaktadır.
“Dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi/ Altım çamur üstüm yağmur gine gönlüm hoş idi”
Dağ ne kadar yüce olsa bir kenarı yol olur/ Buna bayram günü derler dostla düşman bir olur.”
Türkülerimizde sözcüklerin genellikle kendi anlamları dışında, asıl anlamı ile kazandırılan yeni anlamı arasında çağrışım olacak şekilde kullanılmasına sık rastlanmaktadır. (deyim aktarma- metafor). Dilimizdeki bu deyim aktarmalı sözcükler sıklıkla nesne ve varlıkların insanlaştırılması, insanımsı özellikler kazandırılması yoluyla kullanılmaktadır. Türkülerimizde az sayıda da olsa “mecaz-ı Mürsel” ( ad aktarma-metonomi) görülür. Bu sanatlar aracılığıyla türkülerdeki anlatım ve düşünce derinlik ve zenginlik kazanır.
“ Bir sandığım vardır sırmadan telden/ Bir çift yavrum vardır tomurcuk gülden
Nasıl ayrılayım gül yüzlü yârden/ İşte şöyle böyle hal deli gönül/ İster ağla ister gül deli gönül”
“Şafak söktü gene sunam uyanmaz/ Hasret çeken gönül derde dayanmaz
Çağırırım sunam sesim duyulmaz/ Uyan sunam uyan derin uykudan”
Max Muller’in vurgusuyla söylersek, Türk dili insan zekasının bir mucizesidir. Dil ile duygu arasında sıkı bağ vardır. Milli bir duygunun oluşumu milli ve zengin bir dil ile mümkündür. Türk milletinin duygularının en ince biçimde varlık bulduğu türkülerimiz sadece Erzurum yöresinde değil, Türkiye’nin her tarafının türküleri ile aynı dil, duygu, düşünce ve yapı zenginlik ve benzerliğine sahiptir. Türkçe konuşulan diğer yerler ile de ortak özellik ve ögeleri paylaşmaları söz konusudur. Bütün bunlar bir millet olmanın kanıtı olduğu kadar gereğini de ortaya koymaktadır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Erzurum Olay
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.