26 Kasım 2024
  • Erzurum-8°C
  • İstanbul7°C
  • Ankara-1°C

ÖLÜM YIL DÖNÜMÜNDE; ÂŞIK YAŞAR REYHANÎ

Fevzi Budak

Âşıklık geleneğinin ve halk şiirinin günümüzde önde gelen, sayılı büyük temilcilerinden birinin Aşık Yaşar Reyhanî olduğu hususunda; halk edebiyatçıları hem-fikirdirler. Âşıklık geleneğinde ve Türk halk şiiri alanında, ortaya koyduğu kusursuz ve mükemmel şiirleri ve ezgileriyle, kendisine has uslûbuyla, tasnif ettiği halk hikâyeleriyle, Âşık edebiyatımızda önemli bir yere ve değere sahip âşıklarımızın başında tartışmasız Reyhanî gelir. Anadolu'da, halk edebiyatının ilk büyük şairi ve kurucusu olarak kabul edilen Karacaoğlan'la başlayan ve daha nice büyük usta âşıklarca, yüz yıllarca yaşatılan ve sürdürülen halk şiir geleneğini oluşturan, âşıklık zincirinin son büyük altın halkasını temsil eden âşıkların başında da tereddütsüz ve mübalâğasız olarak, Reyhanî'nın yer aldığını söyleyebiliriz. Bu bakımdan, Âşıklık sahasında ardında bıraktığı boşluk, öyle  kolay doldurulamayacaktır. Erzurum kültür ikliminin, yetiştirdiği değerli bir büyük yeteneği ve ustayı, ölüm yıl dönümünde, râhmet ve minnetle anıyoruz

.

Reyanî'nin yetiştiği Doğu Anadolu bölgesi (Kars-Erzurum), Âşık edebiyatımızda önemli bir değere ve halk şiir ve kültürünün adetâ piştiği, demlendiği ve kemâle erdiği zenginliğe ve kültürel bir derinliğe sahiptir. Bütün bir halk şiirinin, 19. ve 20. yüzyıllardaki en büyük ve kuvvetli temsilcilerinden sayılan; Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Çıldırlı Şenlik, Kağızmanlı Hıfzı, Posoflu Zülâli, Sümmanî gibi, halk şiirinin büyük âşıkları ve ustaları hep bu yörede yetişmiştir. Geleneği temsil eden ve kendilerinden sonra gelen âşıklara da  tesir etmiş ve yükselen İki çağdaş büyük değer olan âşık Şenlik ve Sümmanî'nin, adetâ birer âşıklık ekolunu oluşturduklarını görüyoruz. Her iki büyük değer; usta-çırak geleneğiyle etrafına topladıkları ve yetiştirdikleri âşıklar vasıtasıyla, bölgemizdeki Türk halk şiirinin, yıllarca güçlü bir biçimde zenginleşerek devamına ve geleneğn izlerinin aralıksız günümüze kadar sürdürülmesine ilişkin, kültürel iklim ve imkânı sağlamışlardır.

 

Orta Asya'dan başlayan, Anadolu'da yeni ve güzel bir veche ve renge bürünerek kültürümüzü yansıtan âşıklık geleneği, öz kültürümüzün Anadolu'ya geçiş noktasında yer alan Erzururum'da asırlarca varlığını sürdürmüştür. Sayılan âşıklara ilâveten, Hâzık Efendi, Erbabî, Celâlî, İrşâdî, Siyâhî, Turâbî, Şehvârî, Siracî, Noksânî Nihanî, İhsanî gibi, daha nice bir çok önemli ve değerli âşık yetişmiştir. Ölüm yıl dönümünde, hürmet ve rahmetle anılan Reyhanî işte, böylesine zengin bir kültürel zemin ve iklimden beslenmiş, nihayetinde, fıtratında var olan üstün yeteneğiyle ürettiği özgün eserleriyle, gelenekten gelen halk edebiyatının büyükleri arasında sayılan kalıcı ve müstesnâ yerini almıştır.

 

Âşık Reyhanî'yi, öğretmen okulu öğrencisi olduğum 1965'lı yıllarda tanıma, izleme ve dinleme fırsatını buldum. Yüksek tahsilimde ise, okul bitirme tez çalışmam, Reyhanî'nin şiirleri ve san'atı üzerine yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda ve yöneticilik dönemlerimde; Türk halk edebiyatına ve halk şiirine karşı var olan ilgi ve aşinâlığım nedeniyle, kendisiyle hayli birlikteliklerimizin yanısıra, ortak yer ve mekânlarda halk şiiri ve edebiyatı üzerine uzun uzadiye sohbetlerimiz olmuştur.Yapılan âşıklık yarışmalarında bazen dinleyici, çok kereler de değerlendirme kurullarında yer alarak, şiir ve san'atının güç ve kudretini daha yakından kavrama ve tanıma imkânına sahip oldum. Hafızamda yer alan şiirlerini, her fırsatta okumaya, hatırasını yâd ederek, farkındalığını hissettirmeye yıllarca gayret sarfettim. Şiir ve şiir zevkinden az-çok anlayan birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, bir âşık olmanın yanında ve ötesinde, hem bir "hikâye musânnifi" ve hem de büyük bir âşık ve şairdir. O'nu günümüzün Karacaoğlan'ı olarak târif etmek bence en doğru olanıdır.

 

Sazını, sözünü ve doyumsuz şiir ve ezgilerini bırakarak aramızdan ayrılan Reyhanî, tıpkı hemşehrisi Nef'î gibi, Azerbaycan taraflarından hicret eden ve Hasankale'nin Alvar köyüne yerleşen, yoksul-ırgat muhacir bir aileye mensûptur. Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın "O, günümüzde bir Yunus'tu, Karacaoğlan'dı, Âşık Veysel'di. Sanki, gelmiş-geçmiş âşıkların, hak erlerinin senteziydi. Gönül ve aşk âleminde, her birinden bir iz taşıyordu. Yoksulluğun çoraklaştırdığı bir yaşamdan geliyordu. Dede ırgat, baba ırgat, oğul ırgat...Bir yanda gönül yarası; bir yanda yoksulluğun kor ateşi , O'nu yaktı, pişirdi, olgunlaştırdı ve genç yaşta bir gönül ve tefekkür adamı olarak, kendi kültürünün unutulmazları arasına kattı. Kahramanlar bir millettin tarihini, ozanlar da o millettin hâsletini nâkışlar. Âşık Reyhanî bu nakkâşlardan birisiydi." ifadelerinde anlatılan haliyle, muzdârip bir hayattan gelen, coşkun söyleyişlı, dil-dilceği kudretli bir büyük ozandı.

 

Reyhanî kadar yoksulluk istırâbını içten ve derinden hisseden, yaşanmışlıkları kesitler halinde şiirleştirerek resmeden, bir başka âşığı düşünmek hemen hemen imkânsız gibidir. Annesinin, özlemlerini yansıtan duygu ve umut yüklü lirik şiirine kulak verelim."Bir tarlası bir bostanı olaydı/ Ne olur ekseydi, biçseydi anam/ Bayram günü çay şekeri bulaydı/ Doyunca doldurup içseydi anam/ Tek umudu bana dua ederdi/ Başımdan ayrılmaz, beni güderdi/ Sevinirdi, düğün bayram ederdi/ Sırtıma bir gömlek biçseydi anam/ Söveye dikilir, köye bakardı/ Kanuna kadere boyun bükerdi/ Bir damla yaş döker, bir ah çekerdi/ Kapıdan bir koyun geçseydi anam/ Reyhanî ne kara günlerin vardı/ Talih o günleri geri gönderdi/ Sarar saklar, sandığına koyardı/ Eline bir çaput geçseydi anam."

 

Bayburtlu Hicrânî, Bardızlı Nihanî, Posuflu Müdamî, Kağızmanlı Cemal Hoca, Ardanuçlu Efkârî ve Yusufelili Huzurî gibi, büyük ozanlarla tanışan ve etkilenen Reyhanî, Dertli mahlâsıyla şiirler ortaya koyar ve deyişler seslendirir. Bayburtlu Hicrânî'nın tavsiyesiyle Dertli mahlâsını terkederek, Reyhanî mahlâsını kullanmaya, nihâyet, Yılmaz olan soyadını da değiştirerek Reyhanî soyadı ve mahlâsı ile san'atını icrâ etmeye başlar. Divân edebiyatının en büyük kaside şairi Nef'i, İbrahim Hakkı gibi çağında bir büyük âlim ve mutasavvuf şair ve yine, Alvarlı Efe gibi, divân sahibi ve bir ahlâk mürşidinin yetiştiği Hasankale'de, doğup-büyüyen Reyhanî'nın, böylesine münbit bir kültürel zemin ve iklimden de feyz alarak, alanında kemâle erdiği ve san'atının şekillendiği kuşkusuzdur.

 

Reyhanî'nin san'atına bakıldığında; kafiye, vezin, makam, yorum, kelimelerin tasnifi gibi, şiirin aslı unsurlarının, ses ve sözün ahenk bütünlüğü içinde, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ve ustalıkla kullanıldığı görülür. Mizâhî-nüktedân-kinâyeli bir uslûba, müthiş kıvrak ve prâtik bir zekâya, irticâlen (doğaçlama) şiirler terennüm edebilen emsâlsız bir yeteğene  sahipti. Tapşırma mahlâsını kullanmadan, şiirlerin kendisine ait olduğu bilinebilecek, özgün üslûbunu oluşturabilmiş bir âşık ve şairdi. Halk edebiyatının nâzım şekillerinden ve türlerinden, hemen hepsine ait örnekler vermiş, her nâzım şeklini ustalıkla kullanabilen dolu dolu bir söyleyişe sahip mükemmel bir yetenekti. Sâde akıcı ve duru bir dile, şiirlerinin örgüsü sağlam, konularını halktan ve yaşanmış hayattan alan, mahallî aksânı kullanabilen bir başka özelliğin sahibiydi. Almanya'daki gurbetçi işçilerimize ilişkin ilk yıllarda yaşanılan sosyo-kültürel dram ve tahribâtları, kinâyeli ve mizâhî üslûbuyla dile getirebilen, adeta yaşanılan acıların fotoğrafını çeken, ikinci bir âşığın var olabileceğini sanmıyorum. Yaşadığı cevreyi, ülkeyi ve içinde bulunduğu sorun ve olayları bir sosyoloğ bakışıyla degerlendiren ve bu yönüyle de toplumun irfâni ve vicdani olan farklı bir sesti.

 

Reyhanî hayatta iken, san'atı ve değeri pek anlaşılamamış, kahvehânelerde saz çalan, basit şiirler dillendirilen sıradan bir âşık olarak görülmüştür. Temâyüz eden sanatı ve farkındalık oluşturan üstün yeteneği karşısında, Mahzunî, Çobanoğlu, Taşlıova olmak üzere, tüm çağdaşlarının onu üstâd olarak gördükleri ve hürmetle andıkları bir büyük âşık...Fakat ve ne yazık, san'atı ile mütenâsip olmayan, fakr u zaruret içinde geçirilen bir hayat ve evlâd ü iyâlın geçim derdine düşmüş, çilelerle sürdürülen kahırlı bir ömür... Kadir-Şinas Erzurum Kalkınma Vakfı'nın (ER-VAK), ölüm yıl dönümlerinde, ahde-vefâ gereği sergilediği anma toplantılarıyla, Erzurum gündemine taşınabilmiştir. Klâsikleşen "Gidirem" şiiri olmak üzere; daha başka şiirlerinde, ironik övgü ve simgeler kullanarak, Erzurum'a inceden inceye haklı sitemler yapmaktan da kendisini alıkoyamaz.

 

Reyhanî Usta'nın yaşanılmış güzel bir hatırasını naklederek, yazıyı sonlandırmak istiyorum. 1970'lı yıllar... Sağ-sol kavgasının bütün acımasızlığı ve dehşetiyle sürdüğü yıllar... İdeolojik kavga ve tartışmaların renk, şiir ve kelimeler üzerinden tartışıldığı yıllar. Siyah renk giyildiğinde şöyle, kırmızı renk giyildiğinde şöyle veya böyle denildiği, yaftalanmaların sergilendiği yıllar... Reyhanî'ın "Saadetin borusunu çalan yok/ Kurtuluşun seferini kılan yok/ Ölenlerin tedbirini alan yok /Gelen başsağlığı verip gidiyor" devamla, "Siyasetin sahasında hiçleri/ Yekilinin gizlediği suçları/ Birbirini kurşunlayan gençleri/ Kaybolan yılları söylemeyeyim mi?" mısralarinda acı ve hüzünle ifede edilen ve her gün idealist gençlerin toprağa düştüğü, "mapushânelerde" çile çekerek, heder edildiği ve neticede, meydanların sahte ve sözde kahramanlara ve çakallara kaldığı yıllar... Âşıkların böylesine ideolojik kavga ve ortamlardan etkilenmemeleri mümkün değildi. Mahzunî, Diyarbakırlı İhsanî ve benzerlerinin sol muhtevali, Reyhanî ve diğer bir kısım âşıkların ise, sağcı-milliyetçi içerikli şiirler okudukları ve gençlerin kendilerinden etkiledikleri yıllar...

 

Reyhanî her nasıl olmuşsa, Erzurum Halk Eğitim Merkezinde yapılan geceye, kırmızı renkli bir gömlekle çıkar ve çok şiddetli tepki alır. Masumane giydiği gömlek üzerinden gösterilen haksız tepkiye, anında ve irticâlen okuduğu şiiri ile şöyle seslenir. "Bu dünyada kırmızının rengini çok severim/ Her gün sabah güneş çalar cihân olur kırmızı/Dost bağının güllerinin rengini çok severim/ İlk bahârda çeşit çeşit, elvan elvan kırmızı/ Bizim erlik ile geçti dünyada her çağımız/ Şehitler kanı ile süslü mübârek toprağımız/ Üstünde beyaz nur saklar gökteki bayrağımız/ Hiç rengini değişmedi, o da her an kırmızı/  Namussuzlar Şam ehline haberciler saldılar/ Vicdansızlar yüz bin atlı hücüm ile geldiler/ Acımadılar Şah Hüseyin'e kılıçlar çaldılar/ Kesildi baş, döküldü kan, oldu meydan kırmızı/ Reyhanî'yim câhil ile yaylayı yaylayamam/ Gafil insan kaptan olsa deryâyı boylayamam/ Ârif olmayınca dostum derdimi söyleyemem/ Ârife târif ne gerek, gözlerim kan kırmızı" mısralarında terennüm edilen lirik-didaktik şiiriyle, oluşan yersiz tepkiyi anında izâle eder. Ve tepki gösterenler, büyük bir mahçubiyet ve pişmanlıkla ayağa kalkarak, kendisini dakikilarca alkışlamak zorunda kalır ve adetâ özür dilerler.

 

"Bir Abdullah  vardı öldü dediler/ Ne iyi oldu kardaş öldün kurtuldun/ Kefenini komşular aldı dediler/ Ne iyi oldu kardaş öldün kurtuldun" diye diye, dünyaya vedâ ederek göçtün. Ama,"Varsın seni ömrünce ateş çemberi sarsın/ Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın." duygusu ve inancıyla ruhûn şâd, mekânın cennet olsun Koca Reyhanî...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.