SAYIN CİNDORUK'U DİNLERKEN...
Fevzi Budak
28 Kasım 2017 Salı 14:28
Geçtiğimiz gün "Ankara Ispartalılar Vakfı"nda, Meclis Eski Başkanı sayın Cindoruk'un söyleşisini, Diyânet İşleri Eski Başkanı sayın Mehmet Nuri Yılmaz, Kamu-Sen Eski Başkanı sayın Resul Akay, Süleyman Demirel'in Eski Basın Başdanışmanı sayın Necati Güngör ve hemşehrimiz ESAV yöneticisi sayın Tayfur Erdoğan ile birlikte dinlemek ve izlemek imkânı bulduk. Zevkli söyleşinin konusu "Süleyman Demirel ve Atatürk" idi. Giderek karşıtlarının bile artık ortak bir değeri haline gelen ve tartışmalı da olsa, bu çevrelerce de kabul gören Büyük Atatürk'le ilgili olarak, rahmetli Demirel'in görüş ve düşüncelerini, Türk siyâsetinin bilgelerinden sayın Cindoruk gibi birikimli ve entellektüel bir hukuk ve siyâset duayeninden dinlemek güzel oldu.
Sayın Cindoruk; Demirel'in siyâsî hayat cizgisinde, özetle, cumhuriyetin demoktatik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olarak belirlenen temel ilke ve niteliklerine ve cumhuriyet aydınlanmasına itirazı olmayan, bu değerlere sevdâyla tutkun ve cumhuriyetin döşediği medeniyet rayları üzerinden çağdaş uygarlığa yürüyen ve cumhuriyetin tüm erdem ve değerlerine samimi ve içten bir bağlılıkla, bir cumhuriyet çocuğu olmaktan, zevkle ve iftiharla söz eden bir siyâsî lider ve devlet adamı olduğunu, Demirel'in, bizzat kendi öz ifâdeleriyle teyit ederek dile getirdi. Demirel'in rahmetli Atatürk'e yönelik, tarihe not düşen değerlendirmelerinden, kayıtlarda yer alan çokca örnekler sundu ve kendisiyle Demirel arasında geçen anektotlardan söz etti.
Demirel'in Atatürk için "O kurucu liderimizdi" "O bin yılda bir görülen bir dâhi idi" ve "O her türlü siyâsî tartışmaların ötesinde ve üstünde tutulmasına özen gösterilecek, bir tarihî şahsiyetimiz ve bir millî kahramanımız ve ortak mefâhirimiz" gibi özlü söz ve söylemlerinden sonra, Atatürk'e sadakatla bağlı rahmetli Demirel için, bugün şâyet yaşamış olsaydı, hiç teredütsüz o güzelim "İzmir Marşı"nı okurdu sözleriyle, söyleşi son buldu. Demirel'le birlikte çalışan ve bir vakitler ülkemizin kaderine ve geleceğine yön veren, değerli bazı devlet ve siyaset adamlarının da iştirak etmiş bulunduğu nefis söyleşinin bitiminde, "sorulu-cevaplı" keyifli bir sohbetle, dolu ve verimli bir gün geçirdik...
Söyleşiden çıkarabildiğim sonuç: Sıradan bir siyâsî lider olmak bir başka şey; hem lider ve hem de devlet adamı olmak ise, daha bir başka ve zor bir şey...
Allahımız'a hamdolsun; Tanrımız'a hamdolsun...
"En güzel isimler (Esmaü'l Hüsna) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin." [ Araf Suresi,180 ] Allâh(C.C.): "Eşi benzeri olmayan, bütün noksan sıfatlardan münezzeh tek ilâh, Her biri sonsuz bir hazine olan bütün isimlerini kuşatan özel ismi. İsimlerin sultânı."
Askeri birliklerde, yatılı okullarda bugüne kadar "Tanrımız'a hamdolsun / Milletimiz var olsun" şeklinde yapılan yemek duası, bundan böyle "Allâhımız'a hamdolsun / Milletimiz var olsun" şeklinde okunmasına karar verilmiş..Etimolojik ve dini terim olarak bakıldığında, bütün müslümanlar "Allâh" ismini özellikle ve öncelikle ortak olarak kullanırlar. Zira, diğer isimlerinden farklı olarak kullanılan Allâh'a ait özel bir isimdir. Ayette bildirildiği gibi, diğer isimlere eş tutulamaz. Ama Arap olmayan diğer milletler ve müslümanlar, "Allâh" özel isminin dışında kalan ve Arapça ve İbrânice "Rab" gibi diğer 98 isme karşılık kendi dillerince de, eş anlâmlı, yani aynı anlâma gelen farklı isimler de kullanırlar. Türkçe'deki "Tanrı"-"Yaratıcı" ve Yaradan" gibi isimler kullanılan bu isimlerdendir. Farslar Yaratıcı'ya karşı "Hüdâ" "Yezdân" ve "Mevlâ" gibi eski kültür ve dillerinden gelen isimleri kullanırlar. "Allâh'a ısmarladık" yerine "Hudâ Hâfız" derler. Âkif de "Canı canânı bütün varımı alsın Hüdâ" gibi İstiklâl Marşı şiirinde ve yine "Kur'an'da zâfer va'ediyor Hazret-i Yezdân" ismi geçen benzeri şiirlerinde, bu Farsça isimleri kullanmakta hiç bir beis görmez...Toplum olarak da bu isimler sıklıkla kullanılır. Rahatsızlık da doyulmaz.
Tanrı ismi ve kavramı ve hangi anlâmda kullanıldığı, dinî terminolijimizde rahatlıkla yer alır. Süleyman Çelebi Mevlid'inde "Allâh birdir, yoktur andan başka Tanrı" der. Yunus Emre şiirlerinde "Çalâp gönüle baktı / Gönül Çalâp'a baktı / Iki cihân bedbatı / Kim gönül yıkar ise" ifâdeleriyle Allâh yerine "Çalâp" ismini kullanır. Dede Korkut o muhteşem hikâyelerinde "Bre Azrail aman/ Tanrı'nın birliğine yoktur güman /Yücelerden yücesin /Kimse bilmez nicesin / Güzel Tanrı / Niceler seni gökye arar yerde ister/ Sen bizzat müminlerin gönlündesin / Daim duran cebbâr Tanrı / Baki kalan settâr Tanrı" gibi ölümsüz Türkçe mısralarıyla, "Tanrı" ismiyle "Allah"tan başka bir varlık kastetmediği gayet açıktır. Erzurumlu Sümmanî "Ceylân gözlerine kurban olduğum / Tanrı selâmını almaz mısınız ?" der. Halk arasında haylı ve yaygın bir biçimde kullanılan "Allâh misâfiri" yerine "Tanrı misâfiri" ve "Yaradan'ı seversen" gibi tanımlamaları ve çokça örnekleri artırmak mümkün...Tanrı dilimizde Ulu Varlık ve Yaratıcı karşılığında Allâh ile eş anlâmlı kullanılmakta olan isimdir. Fark "Tanrı" isminin Türkçe olmasıdır. İtirâz her halde Türkçe ifâde biçiminedir.
Araplar Peygamber'e Kur'andaki ismiyle "Resûl" derler, Farslar "Peygamber"ismini kullanırlar. Yunus Emre kendisine kitap gönderilen "Resûl" karşılığında "Yalvaç" ismini tercih eder. Arapça "abdest"e temizlik anlâmına "vû" derler. Namaz ve oruç yerine "sâvm u selât" kelimesini kullanırlar. Farslar'da el suyu temizlik anlâmında "abdest" kelimesini kullanırlar. Farslar "sâvm ü Selât" yerine ise "oruç ve namaz"derler. Biz Türkler'de ise, Arapça aslı dinsel terimler yerine, Farslar'dan geçen bu terimleri dinî anlamıyla ve Farsça kullanım şekliyle aynen kullanırız. Bu terimlerde görüleceği gibi, öyle ise dilimizde kullanılan Türkçe "Tanrımız'a hamd olsun" demekle; "Allâhımız'a hamd olsun" inanç ve dua olarak aynı anlâmda kullanılır. Önemli olan ifâdenizdeki hâlisane maksattır. Allâh ve Tanrı derseniz, aslında her ikisini de aynı niyet ve iştiyâkla kullanmış olursunuz. Allâh'ın nimetine, nihâyet kendi dilinizle şükrünüzü ifâde etmiş olursunuz.
Ülkemizde, Farsça'dan dilimize geçen "Hüdâ, Yezdân, Mevlâ, namaz, abdest, peygâmber ve oruç" gibi kullanılan bu dinî terimlere fazla itiraz olmaz ve kullanılır da. Ama Türkçe "Tanrı-Çalâp-Yalvaç-Tanrı'nın Elçisi" ve benzeri kavram ve terimlere karşı, her nedense ciddi ve özel bir takıntı ve israr var. Sanki bazı dinî terimleri kendi öz diliniz Türkçe'yle ifâde ederseniz, günâh işlemiş ve hâşâ dinden çıkmış olursunuz. Özel isim olan "Allâh" kelimesi ve özel isminin kullanılması elbetteki güzel ve makbul olanıdır. Ama dilimizdeki "Tanrı"isminin kullanılmasında ne gibi bir sakınca var? Izâha muhtaç... Önemli olan sizin "Tanrı" derken içinizden gelen sesle Allâh'tan bir başka varlık kastedip kastetmediğinizdir. Unutmayalım Araplar islâmdan önce de "Allâh'a Allâh"diyorlardı. Türkler ise "Tanrı" derken, islâm öncesi "Gök Tengri"ye"yüklenen anlamda kullanmadıkları ve bunu kastetmedikleri biline biline, bu tanımlamaya ve Yaratıcı'ya karşılık gelen "Tanrı-yaratıcı"gibi eş anlamlı isimlere, olumsuz bir biçimde takıntılı olmak doğru değil..
"Allâhımız'a hamdolsun" da deriz; "Tanrımız'a hamdolsun" da deriz. Her ikisini de Allâh'ın vermiş olduğu nimetlerine şükrederek okuruz. Bu dinî söylemler ve dualar siyâset malzemesi yapılacak popilist sloganlar değil ve olmamalı...Bırakın, özü bozmadan kendi dilimizle de, Allâh'a niyâzda bulunalım. Farsın "Hüdâ"sını, ve "Yezdân"ını itirazsız kullanırken; kendi dilimize ait "Tanrımız'a hamdolsun"u yasaklamak da ne?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Erzurum Olay
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.