24 Kasım 2024
  • Erzurum6°C
  • İstanbul5°C
  • Ankara1°C

SEÇEN SEÇİLEN İLİŞKİSİ

Vahdet Nafiz Aksu

27 Mayıs 2018 Pazar 17:48

Yıllardır müşahede ettiğim bir gerçek var.

Helal oylarımızla iş başına getirdiğimiz siyasetçi dostlarımıza karşı iki davranış biçimi sergiliyoruz.

Kendilerini gördüğümüzde asla hürmette kusur etmiyoruz, bihakkın karşılayıp uğurluyoruz, izzet ikramdan geri durmuyoruz. Bu birinci, aleni davranış biçimimiz.

Bir de bu zatlar hakkında yedek kanaatlerimiz var. İşte onu gıyaplarında dile getiriyoruz. Onların hazır bulunmadığı dost meclislerinde, yarenliklerde, ayaküstü sohbetlerde seçtiklerimize karşı yeterince kibar ve hakşinas olmuyor bazılarımız. Haklı haksız çok eleştiriyoruz onları, hani debbağın sevdiği deriyi yerden yere vurması gibi, eleştiri oklarını yüreklerine nişan alıyoruz.

Bir şey daha dikkatimi çekiyor, atanmışlara karşı sanki biraz daha müsamahakârız. Mesela bir valiye, kaymakama, bürokrata fazla ilişmiyoruz, kabahatlerini görmezden gelme eğilimindeyiz.

Sanırım seçilmiş kadroların yetki ve sorumluluklarını abartıyoruz biraz. Onları her kelamları padişah buyruğu kişiler zannediyoruz. Kanun, mevzuat, kuralın bağlamadığı Süpermenler farz ediyoruz. Böyle olunca da beklentilerimiz makulün dışına taşıyor.

Aklım kesmiş keseli seçenle seçilen ilişkilerindeki sorunlu alanlar dikkatimi çekmiştir hep, başta da söylediğim gibi.

Şark medeniyetinde tenkit müessesesi pek gelişmemiştir, diyenler haksız sayılmaz. Ya sınırsız övgü yahut insafsızca eleştiri sağanağı hâkimdir bizde. Adalet terazisinin bir kefesine kusurları, diğerine marifetleri koyup tartmayız, ya iyilik gözümüzü kapatırız, ya kusur gözümüzü körleştiririz.

Bu iyi değil… Yiğidin hakkını yiğide vermektir adalet. Mertlik, dostu edep dairesinde dostça uyarmaktır. Özellikle yetkili mevkilerdeki dostlarımıza en büyük hediyemiz, onların yanlışlarını, hatalarını, kusurlarını yüzlerine söylemek, adap ve edebince ikaz etmektir. Yüzüne söylemediğimiz şeyleri, arkasından saydırmak, gıybet çukurlarına yuvarlanmak değil midir? Ve hak etmişlerse övgüyü de esirgememeliyiz hizmet erbabından, hem yüzüne karşı, hem gıyabında. Marifet iltifat dengesi şanlı vicdanların alametifarikasıdır çünkü. Kusur olarak sıraladıklarım elbette ekseriyeti, derin milleti, makul çoğunluğu itham etmeyen genel tespitler, gözlemler…

Makam mevki sahibi dostlarımızı kelamıkibar ile uyarmak boynumuzun borcu dedik ya. Yıllar önce makam mevki sahibi bir ahbabın misafiriydim. Birkaç ziyaretçi geldi, dertlerini anlattı. Dostum, kibarca özür dileyerek talepleri konusunda bir gelişme elde edemediğini,  bu konudaki iyi niyetinden emin olmalarını rica etti. Talep sahibi genç gözleri çakmak çakmak, ama son derece terbiyeli bir tavırla şöyle dedi: “ Efendim, iyi niyetinizden hiç kuşkumuz yok, bu konuda eksik olan çabanız değil, dirayetiniz!” Evet, evet aynen böyle dedi, müsaade istedi ve gitti. Ahbabım sarsıldı, “Haklı, bana müthiş bir ders verdi bu genç kızımız.” dedi.

İyi niyetle uğraştığı halde, belki yeterince ağırlık koyamadığından, belki kredisini sonuna kadar kullanmadığı için dostlarına yardımcı olamayan arkadaşlarımın çaresizliklerine şahit oldukça bu hadiseyi hatırlayıp tebessüm eder, “ Kime edeyim şikâyet, ah dirayet, ah dirayet.” Diye mırıldanırım.

Sözün burasında diyeceğim bir şey daha var.  Hem seçim öncesinde, hem sonrasında seçtiğimiz dostlarımıza elimizden gelen desteği göstermek gibi bir vazifemiz olduğunu unutmamalıyız. Hep isteyen değil, dağarcığımızdakini dostluk sofrasına cömertçe sunan olmak yakışır bize. Siyasi heyeti eleştiri, alkış, fikir, öneri ile beslemek münevverin kadirşinaslık, hakşinaslık görevidir, ihmali memleket aleyhinedir.

Şimdi diyeceksiniz ki nereden icap etti bu lakırdılar. Hiç, sadece içimden geldi!

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.