23 Kasım 2024
  • Erzurum0°C
  • İstanbul18°C
  • Ankara10°C

YA RABBİ !!! DEVRİN İBRAHİM’LERİNE YARDIM ET

Selman Soğukpınar

13 Eylül 2015 Pazar 09:48

İnsanoğlu hangi devirde yaşarsa yaşasın "hanif" olan insan, yani saf ve temiz bir şekilde emrolunduğu gibi dost doğru olarak Allah’a yönelen, o'na sığınan, sadece o'nu dost edinen ve o'ndan yardım isteyen teslimiyetli kimselerdir.

İnsanlık var olduğu müddetçe dünya da ne İbrahimler bitecektir, nede Nemrutlar tükenecektir.

Bugün her devirde olduğu gibi yine İbrahimlerle nemrutların, Musalar İle Firavunların ve Efendimiz, Sevgilimiz Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ile Ebu Cehillerin hak ve batıl mücadelesinde olduğu gibi mücadele devam etmektedir.

Ama bu mücadeleyi yaparken bizler Ne Hz. İbrahim gibi, Ne Hz. Musa Gibi Ne Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) gibi ne Ebubekir, Ne Ali, Ne Ömer Ne Osman ve ede sahabeler gibi sabırlı olamıyoruz.

Bugün yaşadığımız sıkıntılar, bugün Müslümanların gördükleri ve çektikleri zulüm onların gördüğü ve çektiği zulümlerin yanında zerre-i misgal bile değilken, buna rağmen sabredemiyoruz.

Çünkü onlarda olan İmanın, itikadın ve ihlasın zerresi kadar sağlam iman ve ihlasa sahip değiliz.

Peygamberimiz (s.a.v.) İslam’a davet için gittiği Tâif'te

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz Hz. Zeyd bin Hârise ile birlikte gizlice Mekke'den ayrılarak Tâif'e vardı.

Orada Sakif Kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı.

Onları İslâm dinine dâvet etti.

Kavminden muhalefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı koymalarını talep etmek için geldiğini anlattı.

Ancak, kaldığı on gün zarfında hiç bir müspet netice elde edemedi.

Üstelik hakaret ve istihza ile mukabele gördü.

Türlü türlü ithamlara maruz kaldı.

Resulullaha ‘’Allah, peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?" diyecek kadar küstahlıkta ileri gidip mübarek kalplerini teessüre boğdular.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, onları davranışları ve sözleri üzerine onlardan hayır gelmeyeceğini anladı ve bundan müteessir oldu.

Müşriklerin bu durumu haber alıp cüretlerini arttırmalarından endişe duyduğu için de yanlarından ayrılacağı sırada onlara, "Bari konuştuklarımız aramızda kalsın! Başka kimse duymasın!" dedi.

Ne var ki, şirk inancının kuvvetle yaşandığı ikinci bir belde olan Tâif sakinleri Resûl-i Zişânın bu arzusunu da kabul etmediler.

Gençlerinin İslamiyet’e alâka duymalarından korkarak, iki cihan güneşi Efendimize şöyle dediler:

"Memleketimizden çık da, nereye gidersen git! Kavmin ve hemşerilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin! Vallahi, biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz."

Zalimler bu çirkin sözlerle de yetinmediler.

Beldelerinde misafir olarak bulunan cihan Peygamberine ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak saldırttılar.

Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak Kâinatın Efendisi ve Hazret-i Zeyd'i taşa tuttular.

Resûlullahın mübarek ayakları kana bulandı.

Öyle ki, isabet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hale geldi.

Resûl-i Ekrem, zaman zaman oturmak zorunda kaldı.

Ama bu vicdansızlar, her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak, yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı.

Ayak takımı, Peygamber Efendimizi ıztırap içinde bırakırken, taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı.

Hz. Zeyd, hayatını hiçe sayarcasına vücudunu Resûl-i Kibriya’ya siper etmişti. Şirk ehlinin elinden çıkan taşların ona ulaşmasına mani olmaya çalışıyordu.

Ama nafile idi.

O da kan revan içinde kaldı.

Resûl-i Ekrem, bu adice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi.

Bağın sahipleri kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti.
Resûl-i Ekrem bitkin bir vaziyette kendisini bir asmanın altına attı. İnsanlığı utandıracak bu adice saldırının tesirinden biraz olsun kurtulduktan sonra şu hazin münacatta bulundu:

"Allah'ım!

Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakir görüldüğümü ancak sana arz eder, sana şikâyet ederim. Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah! Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin.

Allah'ım!

Yeter ki, Senin gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat senin af ve mağfiretin bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir.

Allah'ım!

Senin gazabına uğramaktan, İlahi rızandan uzak durmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahiret işlerini yoluna koyan İlahi nuruna sığınırım!

Allah'ım!

Sen razı oluncaya kadar, affını dilerim!

Allah'ım! Her kuvvet, her kudret ancak seninle kaimdir.’’ Diye dua etti.

Resulullah Tâiflilerden maksadına muvafık bir netice alamamanın teessürü içinde yoluna devam etti.

Cebrâil (a.s.) hüzünlü mahzun olan Rasulullaha seslendi: “Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin."

O anda görünen dağlar meleği de emrine amade olduğunu ve istediği takdirde Ebû Kubeys ile Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerine kapanırcasına birbirine kavuşturabileceğini söyledi.

Fakat şefkat ve merhamet kaynağı Resûl-i Ekrem’in arzusu başka idi. Dağlar meleğine şu cevabı verdi:

"Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ'nın bu müşriklerin sülbünden, Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır."

Evet, Peygamber Efendimizin maksat ve gayesi insanları beddualarla yok etmek, belâ ve musibetlere uğratıp perişan etmek değildi.

Peki, bugün bizlerin başına gelen taifte yapılanların zerresi bile olmayan musibetler karşısında ne yapıyoruz.

Resulullahın ümmeti olarak onun yaptığını yapabiliyor muyuz?

Hayır. Hayır. Hayır….

Ama unutmayın.

Vallahi de, Billahi de dinine yardım edene Allah da elbette yardım edecektir.

Bugün yeryüzünde yıkılan mescitler, minareler, çökertilen kubbeler, dağıtılan türbeler var ise şayet, bu, müfsitleri ve zalimleri bertaraf edecek birilerinin henüz bulunmadığına, ya da en azından karşı koyabilecek fiiliyata ve teçhizata sahip olamadıklarına işaret etmektedir.

Bugün millet olarak Müslümanlar olarak İbrahimler olarak düştüğümüz bu ateş karşısında tövbe ve istiğfarımızı kavlen olduğu kadar, fiilen de yerine getirmeliyiz.

Silaha sarılıp savaş meydanına atılmak,  kin, nefret ve fitne ateşine su serpecek yerde kâfir batının bu topraklarda İbrahimleri yakacak ateşine marabalık edip, odun taşımak çözüm değil gaflet ve delalete düşmektir.

Bu ateşin sonu hep beraber vatansız, bayraksız, ezansız kalıp zelil olmaktır.

Bugün ülkemizin huzur ve refahı için hayatlarını bütünüyle Allah’a ve kullarına hizmete adamışlara onların bu samimiyetleri ve gayretlerine karşı ortalığı yakmak yıkmak yerine hiç olmasa dua ile yardımcı olalım.

Bilesiniz ki Şehitlerimize olan şefkatleri yüzünden kine intikama dönüşmüş sokakları yakan ve yıkanlar değil, düşmana karşı dik durup ülkemizin selameti için sağduyulu düşünen ihlaslı ve imanlı gönüller tarafından alınan kararların uygulanması ile ancak ülkemiz yeniden bir kere daha selamete kavuşacaktır.

Daha açıkçası bugünün İbrahimlerini ve onların gayretlerini manen desteklemeliyiz.

İnanın eğer biz nefsimize ve başkalarına manen zulmetmekten vazgeçer isek, Allah da İslam dünyasına ve ülkemize maddeten zulmeden zalimlere fırsat ve imkân vermeyecektir. 

Şehit edilenler Allah’a emanet, kalanlar Allah’ın bizlere emanetidir!

Yüreği insanlığa sahip çıkma aşk ü derdiyle yanan dâğidar bir gönül bakınız ne güzel demiş:

Hak Nebi’nin dilinde nifak sayılmış emanete ihanet
Tohum toprağa, yavru yuvaya, yuva anaya emanet
Şak şak olmuş toprak suya, su buluta emanet
Yusuf kuyuya, Mısır Yusuf’a emanet
Hak Nebi mağaraya, Medine Hak Nebi’ye emanet
İbrahim ateşe, İsmail bıçağa emanet
Ne ateş, ne bıçak, ne kuyu, ne de mağara etmedi ihanet;

Asrın İbrahim’leri ise hepimize emanettir. 

Ya Rabbi Hz. Ibrahim'i Nemrut ateşe attığında Ateşe " Ey ateş, İbrahim'in üzerine soğuk ve selâmet ol!'" buyurdun. Ateşten Hz. İbrahim’i korudun.

Ülkemizde yakılan Nemrut ateşini de söndür Ya Rabbi.

Allah'ım  bugünün İbrahimlerine de Hz. İbrahim’e yardım eylediğin gibi yardım eyle..

Ya Rabbi! İbrahim’leri yakmaya çalışan bu ateşi sen söndür.

Mevlam kâfir kavimlere karşı yardım et bize.

Ya Rabbi!  Bizlere bağş ettiğin dinimizi, şerefimizi zalimlerin ayakları altında çiğnetme.

Ya Rabbi! Yurdumuza kâfir ve zalimlerin ayaklarını bastırma, düşmanlarımıza karşı bizleri zillete düşürme. Bizleri Ezansız, Bayraksız, Vatansız ve İmansız bırakma.

AMİN.. AMİN.. AMİN…

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.